Beslenmek günlük olarak yapılan rutin faaliyetlerin başında gelir. Beslenmeyle insan varlığını sürdürüp sağlığını koruyabildiği gibi yine beslenmeyle oluşabilecek rahatsızlıklara karşı ruh ve beden olarak direnç kazanır. Beslenmek bir canlı olarak insanın yapı taşını oluşturur. Nasıl ki bir binanın inşasında adım adım kullanılan malzemelerin niteliği o binanın kalitesini, ömrünü ve depreme dayanma durumunu ortaya çıkarıyorsa, insanın da neyi, ne oranda yediği, onu beden ve ruh sağlığı olarak tüm yönleriyle etkileyebilecek güçtedir. İnsanın bedensel ve ruhsal sağlığında hiç hesaba katılmayan yenilen yiyeceklerin niteliği sağlığa her yönüyle oldukça büyük katkılar yapar. Atalarımızın eskiden beri söylemiş olduğu “Ne yersen osun.” atasözü bu durumun gerçekliğini ortaya çıkarma bakımından oldukça dikkat çekicidir.
Yaşam yolcucuğunda yaşadıklarıyla yıpranan insan bedenini beslenme faaliyetleriyle güçlendirmeye ve tamir etmeye başlar. Oluşan hasarlarda bu sayede iyileşme gerçekleşir. Bu iyileşmenin ve tamir edilebilmenin niteliği vücuda alınan yiyeceklerden etkilenmektedir. İnsan biyolojisine ters düşen, onun var olan dengesinin bozulmasına yol açan kimyasal ve GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) ürünlerin insan bünyesine verdiği tahribatlar gibi insanın kişiliğine ve hissiyatına da zararlar verir. Bedenin işleyiş sistemini bozan bir besinin insanın ruh sağlığına yararı vardır diyemeyiz. İnsan ruhunun bedeniyle bütünleşerek anlam bulduğunu düşünürsek bedende oluşabilecek herhangi bir dalgalanmanın ruh dünyasında da hissedilebileceğini daha iyi anlarız. İnsanın beden sağlığının yerinde olmadığı, dengesinin bozulduğu durumlarda halüsinasyonlar görmesi, olmadık şeyler konuşmaya başlaması bu durumun gerçekleşip dışarıya yansıyan sonuçlarındandır.
Günümüz tıp ilmi hastalıkların sonuçlarıyla ilgilenip onların tedavilerinde oldukça büyük yol kat ederken, ruhsal ve bedensel hastalık oluşturan etkenlerin belirlenip önlemler alınması konusunda yetersiz kalmaktadır. Bir yandan oluşan hastalıkların tedavisi için yeni yeni ilaçlar üretebilecek düzeyde gelişme gösterirken, diğer yandan bu rahatsızlıkların oluşumunu önleme alanında henüz istenilen düzeyde yol alınabilmiş değildir. Aslında herkesin bildiği gibi bedensel ve ruhsal rahatsızlıkları önlemenin unsurlarından biri de beslenmeden geçer. İnsan seçeceği doğru beslenme tercihleriyle oluşabilecek birçok sorunun önüne geçebilecek bir yapıya sahip bulunmaktadır. İnsanın bedenine zararı bulunan kimyasallar içeren gıdaları hayatından çıkarmaya başlaması ve onları tüketmeyi bırakması bu konuda atılacak adımlardan birini oluşturur.
İnsanın biyolojisine zarar vermeyen, var olan dengesini bozmayan (Helal standarda sahip) gıdalarla beslenmesinin helal-haram ilişkisinden çok insanın kendi sağlığına ve doğadaki diğer canlılara zarar vermemesiyle ilgisi vardır. İnsana zarar veren herhangi bir gıda sonuçta domino etkisi oluşturarak doğadaki tüm canlıları etkiyebilecek bir yapıyı ortaya çıkarabilmektedir. Dinimizce helal sayılan gıdalar doğanın bünyesinden çıkarılıp tekrar doğaya gönderilmesi durumunda herhangi bir canlıya, bitkiye zarar vermeyecek gıda türleridir. Haram sayılan gıdalar ise içinde insan bünyesine zarar veren kimyasalları, doğaya zarar veren kimyasalları ve genetiği bozan GDO’ lu ürünleri barındırır.
Beden ve ruh sağlığını tehdit eden kimyasalların dışında insanın birçok beslenme şekli vardır. Oluşan biyolojik ve psikolojik sorunları sadece kimyasal içeren yiyeceklere ve GDO’ lu ürünlere bağlamak eksik bir tespit oluşturur. İnsan neyi yerse, fıtratına o yansımaktadır. Diğer canlılarda da oluşan bu durumun her ne kadar tam anlamıyla bilimsel sonuçları olmasa da geçerli bir durum gibi gözükmektedir. Oluşan bu durumla ilgili doğaya baktığımızda pek çok ipucunu görebilmemiz mümkündür. Şiddet yanlısı yırtıcı hayvanların (Aslan, Çita, Kurt…) etle, kanla beslendiğini, daha sakin yapıya sahip hayvanların da (Fil, Geyik, İnek…) otla beslendiğini görürüz. Üstelik yenilenlerin hayvanların ömürlerine de bir şekilde yansıdığına şahit oluruz.(örneğin Aslan 25-30 yıl yaşarken, fil 60-70 yıla kadar yaşayabilmektedir.) Tüm bunlardan yola çıkarak diyebiliriz ki, yenilenler tüm canlıların biyolojik sistemlerini etkilediği gibi, davranış şekillerini de etkileyebilmektedir. Et yiyen aslanla, ot yiyen inek, fil arasındaki davranış farkı bu durumu gösterir niteliktedir.
İnsanda diğer canlılar gibi hayvansal ürünleri tükettiğinde strese girme ve ruhunu yorma daha çok mu gerçekleşiyor? Bu durumla ilgili bilimsel veriler olmamasına rağmen bazı tarikatların uyguladığı yöntemler buna işaret etmektedir. Tasavvuf terbiyesi alacak olan talebeye eğitime başlamadan 40 gün öncesinden başlayarak hayvansal her türlü gıdayı tüketmeleri yasaklanır. Bu durum nefsi ve ruhu kontrol altına alma girişimi olarak yorumlanır. Eğitilecek talebenin bir müddet sebze ile beslenmesi önerilir. Temel neden yenilen, içilen her şeyin insan davranışının ve hissiyatının üzerinde etkili olduğunun bilinmesidir. Sonuçta doğal ürünler alan, sebze ve meyveyle 40 gün beslenen derviş, daha da sakinleşerek mülayim bir hale bürünür. Hayvansal gıdalar ise hareketliliği, şiddeti arttırır. Neden olduğu? Nasıl olduğu? tam olarak bilinmiyor ama bilinen bir gerçek varsa o da yenilip içilenlerin niteliği bir müddet sonra insanda kendini tüm yönleriyle göstermesidir.
İnsan vücudunda hormonal ve kimyasal bir düzen vardır. Vücuda zararlı yiyeceklerin etkisi bu hormonal ve kimyasal yapıyı bozmayla başlar. Doğaya ait, doğadan gelen içeriği bozulmamış, zararlı bir şey katılmamış ürünler bu düzeni bozmazken, içerisine kimyasallar katılmış ürünler bu var olan biyolojik düzeni altüst etmeye yeter. Bu etkiyi sokakta yaşayan veya evde beslenen köpeklerde görebiliriz. Katkılı hazır ürünler(Köpek Mamaları), ile beslenen yani içinde değişik hormonlar ve kimyasallar bulunan ürünlerle beslenen köpeklerde yenilen ürünler vücut sistemini bozarak saldırganlığı öldürmektedir. Aynı cins ve özelliklere sahip, bu tür gıdalar ile beslenmeyen, etle kanla beslenen bir başka köpekteki saldırganlık davranışını kıyasladığımızda oluşan etki rahatlıkla anlaşılabilmektedir. Toplumumuzda korunmak amacıyla evde köpek besleyen insanlara verilen bir nasihat vardır. ‘Köpeğin saldırgan olmasını istiyorsan küçüklükten itibaren onu çiğ etle besle. Yok, sakin olmasını, saldırganlığının ölmesini istiyorsan et yedirme ya da köpek maması yedir’. Yavruluk döneminden itibaren çiğ et ile beslenen köpeklerin daha vahşi ve saldırgan olduğu, et yemeyenlerin ise daha sakin olduğu söylenir. Ve köpekler ona göre eğitime tabi tutulur. Doğaya ait bu tecrübe insanda da aynı etkiyi oluşturarak sergileyeceği davranışlarını ve ruh halini belirler. Alışkanlık haline getirilen yanlış beslenme yolu bir zaman sonra vücut dengesini bozarak, beyin kimyasallarına etki yaparak istenmeyen bazı sorunların oluşumuna davetiye çıkarabilir. Belki de köy ortamında yaşayan ve içeriğinde kimyasallar bulunmayan doğal ürünlerle beslenen insanlarda ruhsal bozuklukların az görülmesini, buna karşın şehir hayatında bu durumun tersinin oluşmasının nedenlerinin birini de bu noktada aramak gerekir.
Beslenme konusunu genişletecek olursak domuz ürünlerine de değinmemiz faydalı olacaktır. Dinimizde ve kültürümüzde anlatıla gelen domuz etinin içeriğinden dolayı insan bedenine ve hissiyatına zararları olduğudur. Domuzun doğadaki diğer canlılarla kıyaslandığında sahiplenme ve kıskançlık duygularına sahip olmayan bir canlı olduğu görülür. Bu hayvanın etinden yiyenlere de bu davranış özeliklerinin bir şekilde aktarıldığı söylenir. İnsandaki kıskançlık duygusu köreltilmesi ve ortadan kaldırılması çok zor hatta imkânsız bir duygudur. Burada normal bir kıskançlıktan bahsedilmeyip, tüm canlılarda var olan eşini kıskanma duygusundan bahsedilmektir. Bu özelliğin o canlının ürünlerini yiyen insana geçmesi, onun davranışlarına yansıması yenilenlerin insanın bedeninde ve ruhunda vuku bulmasının başka bir yönden kanıtı niteliğindedir. Hatta domuz etinin zararları üzerine bahsederken İbn-i Haldun’ un tespitlerine de değinmeden geçmemek gerekir. Ünlü İslam filozoflarından İbn-i Haldun domuz eti yiyenlerde bir nevi gayretsizlik ve kıskançlık hislerinde dumura uğrama(körelme) olduğunu, bu dumura uğrama (körelme) hususunun domuz etinin ruh üzerine menfi tesirinden olduğunu söyler. Günümüzde oluşan durumu bizzat domuz eti ile beslenmek olarak yorumlamamak gerekir. Günümüzün dünyasında insanın yediklerine içtiklerine çok fazla katkı maddesi katılmaktadır. Bu maddelerin hangi hayvandan nasıl alındığı(?) çoğu zaman bilinmemektedir. İnsanın dolaylı yollardan bu tür gıdaları alması da davranışlarına etki edebilecek bir durumun oluşmasını sağlamaktadır. Yenilen, içilenlerin insana etkisi konusunda Fransız filozoflarından Savorin(1825) “Lezzetin Felsefesi” isimli eserinde gıda ve çeşitli beslenme usulleri ile insanların hatta milletlerin seciye ve hüviyetleri arasında büyük bir münasebet olduğundan bahsederek “Bana ne yediğini söyle, senin ne olduğunu haber vereyim.” demiştir.
Konu beslenme olunca gereğinden fazla yemenin de insan bedenine ve ruhuna olan etkilerine de değinmek gerekir. Az yemek bünyenin işleyişine yetmeyip bozduğu gibi, gereğinden çok yemek de insan bünyesine zarar verir. Burada denge oluşturmak önem taşır. Çok yemek bencilliği körükleyerek onu büyütür. Nefsin şişmesini sağlar. Çok yemek insan bedenine olduğu gibi ruhuna da zarar verir. İnsan gereğinden fazla beslenirken bir zaman sonra karanlık yanını beslemeye başlar. Çünkü kendisi alması gereken gıdayı almıştır. Fazlası karanlık yana gider. Çok beslenmek insanın manevi olarak kalp yolunu tıkayarak ibadetten uzaklaştırır. Bedeni bir hantallık kaplar.
İnsan beden sağlığı gibi ruh sağlığını da düşünmek zorundadır. Yediklerinin bedeninde oluşturduğu vitamin etkisini hesapladığı gibi, ruhunda oluşturacağı etkiyi de hesaplamak zorundadır. Bu hesaplamayı yaparken dinimizin emirlerinden olan helal haram ölçüsünü göz önünde bulundurmak gerekir. Helal lokma insan bedenine zarar vermeyen, kimyasallar içermeyen, düzgün yollarla, hak edilerek kazanılmış gıdalardır. Bunun dışında yenilen her haram gıda insana fayda sağlamayarak kalbi karartmaya yarar. İnsanı kendi ruhundan uzaklaştırır. Yapılan ibadetlerden zevk alamaz hale getirir. Yine Mevlana Celalettin’i Rumi hazretleri Mesnevi Şerifte beyan buyurmuştur ki: İnsanın ruhunu emziren iki ana vardır: Melek ve şeytan… Emzirmek burada alimlerin de belirttiği gibi mecazidir. Melek kimin ruhunu beslerse o doğru yola refaha ulaşır. Bunu gerçekleştirmenin yolu da helal sayılan gıdalarla beslenmekten geçer. İnsan haram kılınan şeylerle beslenmeye başlayınca davranışlarında bir kötüye yönelme gerçekleşir. İsyana, günaha, huzursuzluğa doğru bir yolculuk başlar. Helal gıdalarla beslenen insanın ruhunu melek beslemeye başlar. O zaman huzura, ibadete erişerek adeta canına can katacak duruma gelir. Her kim isyan ve günaha doğru yöneliyorsa, kendi ruhunda bir daralma görüyorsa bedenine kattıklarına bir bakmalıdır. Haram sayılan lokmalar mideye inmeye başladığında huzurun da yolu kesilmeye başlar. Dünya hayatından zevk almıyorsan, ruhun acı çekiyorsa midene ulaşan lokmaların mahiyetine bakmalısın.
Helal lokmalar insanın iyi yanını besleyen vitamin gibidir. Toprağa tohumun ekilip onu büyütmek için doğru gıdalarla beslenmesi gibidir. Doğru gıdalar bedenin ve ruhun beslenerek büyümesini sağlar. Sonuçta insanın midesi onun her yönüyle beslenme havuzudur. Bu havuza ne konulursa damarlar yoluyla kalbe ve ruha onlar ulaşır. Kalp ve ruh onu yaşamaya başlar.
Tüm hakları mahfuzdur. Murat İDİN’in “Diriliş Terapisi” kitabından alınmıştır. Site kaynağı ve isim gösterilmeden alıntı yapılamaz.
Ofisimizde Verdiğimiz Hizmetler: Adana da Psikolog, Adana da Aile Danışmanı, Adana da Evlilik Terapisi, Adana da Ergen Terapisi, Adana da Çocuk Psikologu, Adana da Pedagog Hizmeti, Bireysel Terapi, Psikolojik Kökenli Bozukluklar için Cinsel Terapi, Tüm Dünyaya Yönelik Online Terapi Hizmetleri, Psikolojik Gelişimsel Testler, Öğrenci koçluğu ve Eğitim Danışmanlığı, Belediye ve Sivil Toplum Kuruluşları İçin Seminer ve Konferans Çalışmaları